7 Ağustos 2010 Cumartesi


Klasik test modeli
Özetleyecek olursak, her ölçüm (bir maddeye yönelik tepki) belli ölçüde istenen kavrama yönelik doğru puanı (yabancı arabalara karşı önyargı) ve belli ölçüde ezoterik(gizli) ve rasgele hatayı yansıtır. Bunu şu denklem ile ifade edebiliriz:
X = tau + hata
Bu denklemde, X ilgili asıl ölçümü yani kişinin belli bir maddeye karşı tepkisini ifade eder; tausis ise genel olarak doğru puanı ifade eder ve hata da ölçümdeki rasgele hata bileşeni ifade eder.
Güvenilirlik
Bu bağlamda, güvenilirliğin tanımı açıktır: bir ölçüm çoğu durumda hatayla ilişkili olarak doğru puanı yansıtırsa güvenilirdir. Örneğin, “Yabancı kırmızı arabalar özellikle biçimsizdir” gibi bir madde muhtemelen yabancıların yaptığı arabalara karşı önyargılara yönelik güvenilir olmayan ölçümü sağlayacaktır. Bu durum, muhtemelen renklerin sevilmesi ve sevilmemesi ile ilgili olan büyük bireysel farklılıklar olmasından kaynaklanmaktadır. Böylelikle, bu madde sadece bir kişinin önyargısını yakalamakla kalmayacak ayrıca bu kişinin renk tercihini de yakalayacaktır. Bu nedenle, bu maddeye yönelik kişinin tepkisindeki doğru puanın(önyargı için) oranı oldukça küçük olacaktır.
Güvenirlik ölçümleri. Yukarıdaki açıklamadan, bir maddenin veya ölçeğin güvenirliğini açıklamak için kolaylıkla bir ölçüm veya istatistik çıkarılabilir. Özellikle de, gözlenen toplam değişkenlikle ilgili olarak kişilere veya tepki verenlere yönelik elde edilen doğru puan değişkenliği oranı bakımından bir güvenirlik indeksi belirlenebilir. Denklem yapısı ile ilişkili olarak şunları söyleyebiliriz:
Özet ölçekleri
Yabancıların yaptığı arabalara karşı ölçüm önyargısı için tasarlanan çok daha güvenli veya çok daha az güvenli maddeleri özetlediğimizde ne olacak? Farzedin ki bu maddeler yabancı yapımı arabalara karşı çok çeşitli olası önyargıları kapsaması için yazıldı. Eğer kişilerin her bir soruya olan tepkilerindeki hata bileşeni gerçekten rasgele ise, bu durumda farklı bileşenlerin maddelere karşı birbirlerini iptal edeceklerini bekleyebiliriz. Biraz daha teknik bağlamda bakacak olursak, maddelere yönelik hata bileşenin beklenen değeri veya ortalaması sıfır olacaktır. bu nedenle, ne kadar çok madde eklenirse, özet ölçeğinde o kadar çok doğru puan (hata puanı ile ilişkili olan) yansıtılacaktır. 

Çeviri İstatistik

Classical Testing Model
To summarize, each measurement (response to an item) reflects to some extent the true score for the intended concept (prejudice against foreign cars), and to some extent esoteric, random error. We can express this in an equation as: X = tau + error
In this equation, 
X refers to the respective actual measurement, that is, subject's response to a particular item; tauis commonly used to refer to the true score, and error refers to the random error component in the measurement.
Reliability
In this context the definition of reliability is straightforward: a measurement is reliable if it reflects mostly true score, relative to the error. For example, an item such as "Red foreign cars are particularly ugly" would likely provide an unreliable measurement of prejudices against foreign- made cars. This is because there probably are ample individual differences concerning the likes and dislikes of colors. Thus, this item would "capture" not only a person's prejudice but also his or her color preference. Therefore, the proportion of true score (for prejudice) in subjects' response to that item would be relatively small.
Measures of reliability. 
From the above discussion, one can easily infer a measure or statistic to describe the reliability of an item or scale. Specifically, we may define an index of reliability in terms of the proportion of true score variability that is captured across subjects or respondents, relative to the total observed variability. In equation form, we can say:
Sum Scales
What will happen when we sum up several more or less reliable items designed to measure prejudice against foreign-made cars? Suppose the items were written so as to cover a wide range of possible prejudices against foreign-made cars. If the error component in subjects' responses to each question is truly random, then we may expect that the different components will cancel each other out across items. In slightly more technical terms, the expected value or mean of the error component across items will be zero. The true score component remains the same when summing across items. Therefore, the more items are added, the more true score (relative to the error score) will be reflected in the sum scale.

13 Mart 2010 Cumartesi

Tarih Çevirisi

SUDAN

The northern Sudanese, much like the Boers who adopted a new geographic (Afrikaner) identity, deftly created a new identity for themselves as awlad al-balad, emphasizing their link to the soil and disengaging its former owners—their "black" ancestors. The parallels with the Afrikaner ends with the adoption of the continental identity stripped of its "blackness." Another path was taken by the Brazilians, whose "Africanity," like that of the northern Sudanese, was selectively adopted.73 The ensuing generations of hybridized Sudanese thus took upon themselves the mandate of a "civilizing mission" that equated blackness with the darkness of the jahiliyya and sought to Arabize/lighten and Islamize/enlighten the inhabitants of Sudan. Through campaigns of conquest, conversion, and commerce, which condoned the rape and looting of subjugated communities, a small number of settlers were able to produce and reproduce a new community that over­rode any previous claims to the land by either the indigenous inhabitants or the settlers. The indigenous inhabitants were either exterminated or defeated and disenfranchised, while the settlers were assimilated as the privileged elite of the hybridized polity bent on constructing the territory in their own image. With control over the waters and access to its mineral wealth, the settlers of the first millennium claimed native "rights" by virtue of their representing the multiple entities that made up the old bilad as-Sudan. The northern Sudanese constructed "Arab" identities and genealo­gies and reconstructed Sufi Islam, adapting it to indigenous frameworks of beliefs. They also Sudanized/nativized the religion, thereby selectively appropriating elements from the culture of the settler and the native to create a new synthesis that would privilege the hybridized Sudanese and mar­ginalize both the indigenous communities and Arab settlers.Sudan: The Elusive Quest for Peace, Ruth Iyob, Gilbert M. Khadigala,s,67
Until 1969 the ill-equipped Nuer Anya-Nya had confined their military operations to the provincial capital, Malakal, and to ambushing river traffic, punctuated by occasional firefights at Pochalla in 1963 and Nasir in 1964, but they suffered a severe defeat at Akobo in 1965. Despite the air force flying regular sorties and indiscriminately bombing villages from Malakal to the Ethiopian border, the Nuer Anya-Nya, now equipped with Israeli weapons through Ethiopia, launched a better-coordinated offensive in 1970, ambushing army convoys and sinking a steamer on the Sobat river. After a month of heavy fighting the Nuer Anya-Nya scored their greatest victory in December 1970 and January 1971, capturing Pocahalla, where they killed over 150 Sudanese troops, and seizing a large quantity of arms, ammunition, and even 82mm cannons. During the same winter dry season the Bahr al-Ghazal Anya-Nya, led by officers trained in Israel, systemat­ically mined the major roads to Wau, ambushed an armored column at Tead-Adhol, and ripped up the rails of the strategic railway line to Wau. This startling resurgence of the Anya-Nya, now numbering some 13,000 men throughout southern Sudan, was nonetheless insufficient to drive the northern Sudanese army from the heavily fortified towns in the South. They had, however, clearly demonstrated by 1971 that the Sudanese army was incapable of conquering southern Sudan, leaving President Numayri with no other option but to resolve the Southern Problem by a political solution. (Robert O.Collins A History of Modern Sudan, s, 107-108)

SUDAN
Yeni bir coğrafi kimlik(Africanity) benimseyen Boerler gibi kuzey Sudanlılar da, toprağa olan bağlarını vurgulayarak ve buranın önceki(eski) sahiplerini- “zenci” atalarını devreden çıkararak awlad al-balad olarak kendilerine ustaca yeni bir kimlik yarattılar. Afrikaner(Hollanda asıllı güney Afrikalılar) ile olan paralellikler, zencilikten(siyahlıktan) sıyrılmış kıtasal kimliğin benimsenmesi ile sona erer. Bir diğer yol, Africanity(Afrikalılığı) kuzey Sudanlılarınki gibi seçici olarak benimseyen Brezilyalılar tarafından alındı.  Böylece melezleştirilmiş Sudanlıların sonraki nesilleri, siyahlığı cahiliye döneminin karanlığı ile bir tutan ve Sudan’ın yerlileri için Arap aydınlanmasını ve İslam aydınlanmasını arayan “uygarlaşma görevi” nin mandalığını(boyunduruğunu) üstlendiler. Tecavüze ve zapt edilmiş toplulukların(halkların) yağmalanmasına göz yuman fetih, dönüşüm ve ticari kampanyalar yoluyla çok az sayıdaki göçmen(yerleşimci), ya yerli halktan ya da göçmenlerden gelen toprak iddialarını bastıran yeni bir toplum meydana getirebildi ve geliştirebildi. Kendi kafalarındaki gibi bir ülke inşa etmeye yönelik göçmenler melezleştirilmiş yönetiminin ayrıcalıklı seçkin sınıfı olarak asimile edildiler, fakat yerli halk ya yok edildi veya bozguna uğratıldı ya da mahrum bırakıldılar. Su kaynakları ve maden zenginlikleri üzerinde kontrol gücü ile birlikte 1000 yıldır burada yaşayan göçmenler, eski bilad as-Sudan’ı oluşturan bu çok kimlikliliği temsil etme erdemiyle tabii “hak” iddia ettiler. Kuzey Sudanlılar “Arap” kimlikleri ve şecereleri oluşturdular ve onu yerli inanç çerçevesine uyarlayarak Sufi İslam’ı yeniden inşa ettiler. Ayrıca dini Sudanlaştırdılar/yerlileştirdiler, dolasıyle melezleştirilmiş Sudanlıları ayrıcalıklı kılacak ve hem yerli toplulukları hem de Arap göçmenleri yalnız bırakacak(tecrit etmek) yeni bir sentez yaratmak için göçmen ve yerli halkın kültüründen öğeler benimsediler.
Yeterli donanıma sahip olmayan Nver Anya_Nya, 1969’a kadar askeri operasyonlarını eyalet başkenti Malakal ve 1963’de Pochalla’daki ve 1964’de Nasir’deki ara sıra yaşanan karşılıklı çatışmalarla noktalanan nehir trafiğine pusu kurmakla sınırlandırdı, fakat 1965 de Akobo’da çok ciddi bir yenilgi yaşadılar. Düzenli uçuşlar yapan hava kuvvetlerine ve Malakal’dan Etiyopya sınırına kadar köylerin rastgele bombalanmasına rağmen, Etiyopya yoluyla getirilen İsrail silahları ile donatılan Nver Anya-Nya 1970’de daha organize bir saldırıya başladı. Ordu konvoyuna saldırdılar ve Sobat Nehrindeki bir gemiyi batırdılar. Bir aylık sert bir çarpışmanın ardından Nver Anya-Nya 150 nin üzerinde Sudan askeri öldürdükleri Pocahalla’yı ve çok sayıda kuvveti, cephaneyi ve hatta 82 mmlik topları ele geçirerek Kasım 1970’de ve ocak 1971 de en büyük zaferlerini elde etti. Aynı kış sezonu boyunca İsrail’de eğitilen subaylar tarafından yönetilen Bahr-al-Ghazal Anya-Nya, programlı biçimde Wou’daki ana yollara mayınlar döşedi, Tead Adhol’de zırhlı bir kola pusu kurdu ve Wau’ya ulaşan stratejik demiryolu noktalarını ele geçirdi. Anya-Nya’nın bu korkutucu dirilişi, şimdi Kuzey Sudan boyunca 13000 kişiye ulaşmıştı, buna rağmen bu diriliş Kuzey ordusunu güneydeki çok iyi mevzilendiği kasabalardan çıkarmak için hala yetersizdi. Bununla birlikte Sudan Ordusu’nun, 1971’de Güney Sudanı fethetmeyi başaramayacağı anlaşıldı ve Başkakan Numayri’nin Güney Sorununu politik bir yolla çözmekten başka bir seçeneği kalmadı.


Turizm çevirisi


Abstract:
This paper examines the hypothesis that in SEE transitional economies there are two key success factors to insure the successful development of tourism. The first factor is the building up of an active role of government in structuring a state tourism strategy focused on increasing the international competitiveness of the given country’s tourism sector. This would speed up the process of tourism development in a sustainable way, since the preservation of space and benefits for the local population should be the main strategic goals of future tourism development in SEE. The second success factor is the elaboration of tourism development master plans at a local level within the country, carried out with the broad involvement of stakeholders with a strong orientation towards pragmatic implementation. This paper uses the case study of Croatia, the most successful country in terms of tourism in
SEE.
1. Introduction
Since the 1980’s we have used the definition of tourism as “... a basic and most desirable human activity deserving the praise and encouragement of all peoples and all Governments.”
(Burkart and Medlik, 1982, p. 59). Knowing that tourism is both a supreme good of modern civilization and a challenging economic sector that can have a serious impact on a significant
part of the economic structure of a country or a region, it is worthwhile to understand how this fact is recognized in the transitional economies of South East Europe through its governments’ influence on the development of tourism activity.
2. SEE: The Economic Framework
The degree of a government’s active role in strategic planning and development of tourism depends heavily on the social and economic situation in the country or region.
SEE is defined by the European Commission as a diverse region consisting of nine countries located in the south-east corner of Europe, with a total area of 647.6 km2 and with 55.2 million inhabitants. This is a significant territory which includes Albania, Bosnia and Herzegovina, Bulgaria, Croatia, FYR Macedonia,Moldova, Romania Serbia and Montenegro (The European Commission, 2007.). From the 1990’s onwards, these countries have gone through military and political conflicts as well as economic crises. During the 1990’s the region faced the transitional problems of inadequate economic growth, loss of investor confidence and declining living standards among its local populations. However, during the last couple of years there has been significant social and economic improvement
in the region. Today, economic growth has resumed, institutions for the emerging democracies and market economies are being created and strengthened, regional trade links are being restored, private investment is slowly growing and the  prospects for poverty reduction have improved (The European Commission, 2007.).


Turizm ana planları- GDA’da(Güney Doğu Avrupada) etkili bir turistik yer yönetimi aracı
Özet: 
Bu çalışma, GDA geçiş ekonomilerinde başarılı bir turizm kalkınması sağlamak için iki çok önemli başarı faktörünü olduğunu savını incelemektedir. İlk faktör verilen ülkenin turizm sektörün artan uluslar arası rekabete odaklı ulusal bir turizm stratejisi oluşturulmasında devletin aktif bir rol almasıdır. Bu, sürdürülebilir bir biçimde turizm kalkınma işlemini hızlandıracaktır çünkü yerel nüfusun yer(mekan) ve yararlarının korunması  GDAdaki gelecek turizm kalkınmasının temel(esas) stratejik amaçları olmalıdır. İkinci başarı faktörü pragmatik bir uygulamaya yönelik hissedarların geniş katılımıyla gerçekleştirilen ülke içinde turizm kalkınma ana planlarının yerel düzeyde detaylandırılmasıdır. Bu makale  GDAdaki turizm bağlamında en başarılı ülke olan Hırvatistan üzerine yapılan durum çalışmasını kullanmaktadır.
Giriş
1980lerden itibaren turizmi “ tüm insanlar ve hükümetler(devletler) tarafından takdir edilmeyi ve teşvik edilmeyi hakeden temel insan faaliyeti ve en cazip insan faaliyeti” olarak tarif eden tanımı kullanmaktayız. Turizmin hem çağdaş uygarlığın en büyük hediyesi(iyiliği)olduğunu hem de bir ülkenin veya bölgenin ekonomik yapısının önemli bir kısmında ciddi bir etkiye sahip olabilen en önemli ekonomik sektör olduğunu bildiğimizden bu gerçeğin turizm etkinliğinin gelişimi üzerinde hükümetlerin etkisi yoluyla Güney Doğu Avrupa geçiş ekonomilerinde nasıl görüldüğünü anlamak  önemlidir.
2-GDA: Ekonomik yapı
Turizme yönelik stratejik planlamada ve turizmin gelişiminde hükümetin aldığı aktif rolün düzeyi ülkedeki veya bölgedeki sosyal ve ekonomik yapıya sıkı sıkıya bağlıdır.
GDA, Avrupa Komiyonu tarafından 647.6 km2’lik toplam alana sahip ve 55.2 milyon insanın yaşadığı Avrupa’nın güney doğu köşesinde yer alan 9 ülkeden oluşan ayrı bir bölge olarak tanımlanmaktadır. Burası, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Burgaristan, Hırvatistan, Makedonya, Moldova, Romanya, Sırbistan ve Karadağı içeren önemli bir bölgedir. 1990’dan bugüne bu ülkeler ekonomik krizlerin yanı sıra askeri ve politik çatışmalar(kargaşalar) yaşadılar. 1990lar boyunca bölge yetersiz ekonomik kalkınma, yatırımcı güveninin kaybolması ve yerel nüfuslarda yaşanan yaşam standartlarında düşüş gibi geçiş sorunları ile karşılaştı. Bununla birlikte son yıllarda bölgede önemli bir sosyal ve ekonomik bir gelişme oldu. Bugün ekonoik gelişim devam etmekte, yeni demokrasi kurumları ve pazar ekonomileri oluşturulmakta ve güçlendirilmektedir, bölgesel ticaret bağlantıları düzeltilmektedir, özel yatırım yavaş yavaş artıyor ve fakir nüfuzun azaltılması beklentileri büyümektedir.

Seramik Çeviri


Probation on Abrasion of Ceramic Cutting Tools

Abstract: Abrasion of ceramic based and ceramic coated cutting tools is the highlighted problem, but little progress has been made. A detailed study of carbides, nitrides, borides , oxides, whiskers or metal additives of small amount and a variety of anti-wear mechanism was given so that the wear resistance of ceramic matrix tool can be greatly improved. A variety of abrasion of ceramic coated cutting tools was also studied, such as adhesive abrasion resistance, grinding abrasion resistance, fretting abrasion resistance, fatigue abrasion resistance, corrosion abrasion resistance, hot crack abrasion resistance, diffusion abrasion resistance and phase change abrasion resistance, etc . For example, with the increase of metal content in metal carbide ceramic coating, its hardness decreases; and coating hardness is different when coated with different coating technique, and its abrasion performance is also related to shape, size, distribution and post-processing of laser remelting. Abrasion extent, key factors, abrasion mechanism and applied range were also described. It is noticed that addition of rare earth oxides can improve strength, toughness, density, microstructure, phase composition of ceramic cutting tools and reduce sintering temperature.

Seramik kesme aletlerinin aşınmasına(abrazyonu) yönelik deney
 Özet:
Seramik temelli ve seramik kaplı kesme aletlerinin aşınması önemli sorunlardan biridir, fakat bu konuda çok az ilerleme kat edilmiştir. Küçük miktarlı karbitler, nitritler, boridler, oksitler, kılsılar(fırçalar) ve metal katkı maddelerinin ve çeşitli aşınma karşıtı mekanizmaların yönelik detaylı bir çalışma verildi ve böyle seramik matriksi aletinin aşınma direnci büyük ölçüde geliştirilebilir. Yapışkan aşınma direnci(rezistansı), öğütme(ezme) aşınma direnci, titreşimli aşınma direnci, yorulma aşınma direnci, bozunma(korozyon) aşınma direnci, sıcak çatlak aşınma direnci, difüzyon(yayınım) aşınma direnci ve faz değişimi aşınma direnci vb gibi çeşitli seramik kaplı kesme aletlerinin aşınması ayrıca incelendi. Örneğin metal karbit seramik kaplamalı metal içeriğindeki artışla beraber onun sertliği artmaktadır düşer ve kaplama sertliği, farklı kaplama tekniği ile kaplandığında farklıdır ve onun aşınma performansı ayrıca lazer ile yeniden eritmenin şekli, boyutu, dağılımı ve sonraki işlemi ile ilgilidir. Aşınma içeriği, önemli etkenleri, aşınma mekanizması ve uygulanan aralık ayrı tarif edildi. Nadir toprak oksitlerinin eklenmesinin seramik kesme aletlerinin gücünü, sertliğini, genel yoğunluğunu, mikroyapısını, faz bileşimini geliştirebileceği(arttırabileceği) ve pişirme(pekiştirme) sıcaklığını azaltabildiği fark edilmektedir.

Biyoloji çevirisi


Horizontal Gene Transfer – The Hidden Hazards of Genetic Engineering
Abstract
Genetic engineering involves designing artificial constructs to cross species barriers and to invade genomes. In other words, it enhances horizontal gene transfer – the direct transfer of genetic material to unrelated species. The artificial constructs or transgenic DNA typically contain genetic material from bacteria, viruses and other genetic parasites that cause diseases as well as antibiotic resistance genes that make infectious diseases untreatable. Horizontal transfer of transgenic DNA has the potential, among other things, to create new viruses and bacteria that cause diseases and spread drug and antibiotic resistance genes among pathogens. There is an urgent need to establish effective regulatory oversight to prevent the escape and release of these dangerous constructs into the environment, and to consider whether some of the most dangerous experiments should be allowed to continue at all.

Transgenic pollen and baby bees
Prof. Hans-Hinrich Kaatz from the University of Jena, is reported to have new evidence, as yet unpublished, that genes engineered into transgenic plants have transferred via pollen to bacteria and yeasts living in the gut of bee larvae(1).
If Prof. Kaatz’ claim can be substantiated, it indicates that the new genes and gene-constructs introduced into transgenic crops and other transgenic organisms can spread, not just by ordinary cross-pollination or cross-breeding to closely related species, but by the genes and gene-constructs invading the genomes (the totality of the organisms’ own genetic material) of completely unrelated species, including the microorganisms living in the gut of animals eating transgenic material.
This finding is not unexpected. Some scientists have been drawing attention to this possibility recently(2), but the warnings actually date back to the mid-1970s when genetic engineering began. Hundreds of scientists around the world are now demanding a moratorium on all environmental releases of transgenic organisms on grounds of safety(3), and horizontal gene transfer is one of the major considerations.
Some of us have argued that the hazards of ‘horizontal’ gene transfer to unrelated species are inherent to genetic engineering(4). The genes and gene-constructs created in genetic engineering have never existed in billions of years of evolution. They consist of genetic material originating from bacteria, viruses and other genetic parasites that cause diseases and spread drug and antibiotic resistance genes. They are designed to cross all species barriers and to invade genomes. The spread of such genes and gene-constructs have the potential to make infectious diseases untreatable and to create new viruses and bacteria that cause diseases.



Yatay Gen Geçişi-Genetik Değiştirmenin Saklı Tehlikeleri
Özet
Genetik değiştirme tür duvarlarını geçmek için ve genomları ele geçirmesi için yapay yapılar tasarlamayı kapsamaktadır. Diğer bir ifadeyle o, yatay gen geçişini-genetik materyalin ilişkisiz türlere doğrudan geçişini arttırmaktadır. Yapay yapılar veya transgenik DNA bulaşıcı hastalıkları tedavisiz yapan antibiyotik dirençlilik genlerin yanı sıra bakterilerden genetik materyale, virüslere ve hastalıklara neden olan diğer genetik parazitleri tipik olarak içermektedir. Diğere şeyler arasında transgenik DNA’nın yatay geçişi hastalıklara neden olan ve patojenler arası ilacı ve antibiyotik dirençlilik genleri dağıtan(yayan) yeni virüsler ve bakteriler yaratma potansiyeline sahiptir. Bu tehlikeli yapıların çevreye(ortama) kaçışını ve yayımını(dağılımını) önlemek için etkili düzenleyici gözetim oluşturmasına ve en tehlikeli deneylerin bazılarının hiçbir şekilde devam etmesine müsaade edilip edilmemesi gerektiğini düşünmeye acil bir ihtiyaç vardır.

Transgenik polen ve yavru arılar
Jena Üniversitesi’nden Prof. Hans-Hinrich Kaatz’ın transgenik bitkilere değiştirilen genlerin polen vasıtasıyla bakterilere ve arı larvasının bağırsağında yaşayan mayalara geçirildiğine dair yani yayınlanmamış yeni kanıt olduğu rapor edildi.
Eğer Prof. Kaatz’ın iddiası doğrulanabilirse, transgenik ürünlere ve diğer transgenik organizmalara sokulan yeni genlerin ve gen yapılarının sadece yakından ilişkili türler için tipik(normal) çapraz tozlaşma veya melez ırk yetiştirme(çaprazlama) yoluyla değil ayrıca genomları(organizmaların kendi genetik materyalinin bütünlüğü-bütünü) ele geçiren genler ve gen yapıları ile de yayılabildiğini(dağıtılabildiğini) gösterecektir(gösterir).
Bu bulgu beklenmediktir. Bazı bilim adamları son zamanlarda bu olasılığa dikkat çekmekteydiler fakat uyarılar aslında genetik değiştirmenin başladığı 1970’lerin ortasına dayanmaktadır. Dünya çapındaki yüzlerce bilim insanı şimdi güvenlik temelinde transgenik organizmaların tüm çevresel(ortamsal) yayımında(salıverilmesinde) bir morataryum istiyorlar ve yatay gen geçişi an düşüncelerden biridir.
Bazılarımız ilişkisiz türlere “yatay” gen geçişinin tehlikeleri genetik değiştirme için doğal(yaratılıştan) olduğu fikrini ileri sürdük. Genetik değiştirmede yaratılan genler ve gen yapıları evrimin milyar yılında hiç var olmadı. Onlar, bakterilerden, virüslerden ve hastalıklara neden olan ve ilacı ve antibiyotik dirençlilik genleri dağıtan diğer genetik parazitlerden kaynaklanan(gelen) genetik materyali içermektedirler(meydana getirmek). Onlar tüm tür engellerini geçmek ve genomları ele geçirmek için tasarlanmaktadır. Böyle genlerin ve gen yapılarının dağılımı bulaşıcı hastalıkları tedavisiz yapmak e hastalıklara neden olan yeni virüsler ve bakteriler yaratma potansiyeline sahiptirler.

Kimya Çevirisi



Nutrient Metabolism
trans-Resveratrol, a natural Antioxidant from grapes, increases sperm 
output in healthy rats.

trans-Resveratrol (trans-3,4 ,5-trihydroxystilbene) is a natural antioxidant that is widely consumed in the Mediterranean Diet in the form of peanuts, grapes, and wine. The interest in compounds present in wine increased when epidemiologic studies indicated an inverse correlation between red wine consumption and the incidence of cardiovascular disease. This finding prompted considerable interest in the possible effects of trans-resveratrol, leading to the description of several beneficial effects on health. In addition of being an antioxidant and a vasorelaxing agent, it modulates lipoprotein metabolism, inhibits platelet aggregation, and exerts cancer chemopreventive and therapeutic activity (1,2). In eliciting these actions, trans-resveratrol triggers a variety of established cellular and molecular effectors, the most remarkable of which is the estrogen
response systems. Given the structural similarities of trans-resveratrol to diethylstilbestrol (DES)3 and estradiol, and its activity as a modulator of the estrogen-response systems, it has been classified as a phytoestrogen (1,2). Estrogens, which are traditionally considered female hormones, are also involved in the male reproductive system, which is classically thought to be controlled mainly by androgen hormones and their receptors. Estrogens, derived either from local aromatization of androgens or produced by the testes, can exert feedback action on the neuroendocrine components of the male reproductive axis. They also have paracrine actions within the testes (3–5). trans-Resveratrol modulates the estrogen-response systems and may therefore be involved in male reproduction. Consequently, the aim of the present study was to investigate the effect of a 90-d transresveratrol treatment [20 mg/(kg d)] on testes and spermatogenesis of adult rats. Because spermatogenesis involves a complex interplay between the structural elements of the testes and the endocrine system, the serum concentrations of the reproductive hormones, luteinizing hormone (LH), follicle-
stimulating hormone (FSH), and testosterone were measured. 

MATERIALS AND METHODS

Chemicals and reagents. trans-Resveratrol (Sigma, Tres Cantos) was chemically pure. Before use, its purity was assessed by HPLC coupled to a diode-array UV detector; a chromatogram that showed a single peak at 306 nm, its maximum absorbance, was obtained. The use of this detector allowed confirmation of the identity of the peak by its spectrum (data not shown). Dose preparation, administration, and sample treatments were performed in dim light to avoid photochemical isomerization of trans-resveratrol to the cis form. All other reagents were commercially available, analytical-grade chemicals. 


Animals. Male Sprague-Dawley rats, weighting 210–220 g, were purchased from breeding colonies (Harlan Ibe`rica) and quarantined 
for 1 wk. They were housed in cages (3 rats/cage) at 22 3°C, with 40–70% relative humidity and controlled lighting that provided a 12-h light:dark cycle. Water and a solid diet (Rodent Toxicology Diet, B&K Universal) were freely available.4 No traces of transresveratrol were detected in the commercial diet or in the plasma from control rats, as revealed by the analyses performed using the method of Juan et al. (6). Rats were handled and killed following the European Community guidelines for the care and management of laboratory animals. The studies were approved by the Animal Experimentation Research Committee of the University of Barcelona. All rat manipulations were performed in the morning to minimize the effects of circadian rhythm.


Besin Metabolizması
Üzümlerde bulunan doğal bir antioksidant olan trans-Resveratrol, sağlıklı sıçanlardaki sperm üretimini(verimini) arttırmaktadır.

trans-Resveratrol (trans-3,4_,5-trihydroxystilbene), fıstıklar, üzümler ve şaraplardan oluşan Akdeniz beslenme tarzında çok yaygın olarak tüketilen doğal bir antioksidanttır. Epidemiyolojik çalışmalar kırmızı şarap tüketimi ile kardiyovasküler hastalığın oranı(olması) arası ters bir korelasyon(ilişki) gösterdiğinde şarapta mevcut olan bileşiklere olan ilgi arttı. Bu bulgu, sağlık açısından birçok yararlı etkinin gösterilmesine yol açarak trans-resveratrolın olası etkilerine yoğun ilgi gösterilmesini teşvik etti. Antioksidant ve vasorelaxing(damar genişletici) bir aygıt olmasının yanı sıra, lipoprotein metabolizmasını ayarlama(değiştirme), trombosit agregasyonu engeller ve kanser kemopreventif ve iyileştirici aktivite uygular. Bu hareketleri(davranışları) aydınlatmada trans-resveratrol en dikakat çekici olanı esterojen tepki sistemi olan çeşitli oluşturulmuş(kurulmuş) hücresel ve moleküler efektörlere(etkileyicilere) neden olur. trans-resveratrol’ın dietilstilbestrol(DES) ve estradiyol e olan yapısal benzerliği ve östrojen tepki siteminin bir ayarlayıcısı(modülatörü) olarak aktivitesi nedeniyle fitoöstrojen olarak sınıflandırıldı.
Geleneksel olarak dişi hormonları olarak düşünülen östrojenler ayrıca temel olarak adrojen hormonları veya onların reseptörleri ile kontrol edildiği düşünülen erkek üreme(üretim) sisteminde yer almaktadır. Ya androjenlerin yerel(lokal) aromatikleştirmeden gelen ya da testisler vasıtasıyla üretilen östrojenler, erkek üreme(üretim) eksenlerinin(aksislerinin) nöroendokrin bileşikleri üzerinde geribesleme(geriiletim) aktivitesi uygulayabilir. Onlar ayrıca testislerde parakrin hareketine sahiptir. trans-Resveratrol esterojen-tepki sitemini ayarlar ve bu nedenle erkek üremesinde(üretiminde) yer alabilir. Sonuç olarak bu çalışmanın amacı yetişkin sıçanların testisleri ve spermatogenez üzerinde 90-d transresveratrol iyileştirmesinin(tedavisinin) etkisini araştırmaktadır. Spermatogenez , testisler ve endokrin sistemin yapısal elemanları arası karmaşık etkileşimler kapsadığından, üreme hormonlarının, luteinize eden hormonun(LH), folikül teşvikli hormonun(FSH) ve testesteronun serum konsantrasyonlar hesaplandı.

Materyaller ve Yöntemler
Kimyasallar ve reaktifler(ayıraçlar). trans-Resveratrol kimyasal olarak saftır. Kullanımdan önce saflığı diyot dizisi UV dedektörüne çiftlenmiş HPLC ile değerlendirildi; 306 nm de tek bir doruk gösteren kromatogram, maksimum absorbansı(soğurmayı) elde edildi. Bu dedektörün kullanılması spektrumu ile doruğun özdeşliğinin doğrulanmasını sağladı. Doz hazırlaması, uygulaması ve örnek müdahaleler(tedaviler) trans-resveratrol’ın cis yapısına fotokimyasal izomerleşmesini önlemek için loş ışıkta uygulandı. Diğer tüm reaktifler ticari olarak mevcuttur, analitik derecede kimyasaldır.
Hayvanlar. 210-220 g gelen erkek Sprague-Dawley sıçanları üreme kolonilerinden(Harlan Iberica) satın alındı ve bir hafta karantina altında tutuldu. % 40-70 izafi nemlilikli ve 12 saatlik aydınlık-karanlık döngüsü sağlayan kontrollü bir ışıklandırmalı 22+3 C derecelik kafeslere yerleştirildiler. Su ve katı besin parasız mevcuttu. Juan ve diğerlerinin yöntemi kullanılarak uygulanan analizler tarafından ortaya çıkarıldığı gibi ticari besinde veya kontrol sıçanlarından plazmada rans-resveratrol’ın hiçbir izine rastlanmadı. Sıçanlar laboratuar hayvanları bakımı ve idaresi için belirlenen Avrupa Topluluk ilkeleri takip edilerek kullanıldı ve öldürüldü. Çalışmalar, Barselona Üniversitesi Hayvan Kullanılarak Deney Yapma Araştırma Komitesi tarafından onaylandı. Tüm sıçan manipülasyonları 24 saatlik ritmin etkisini azaltmak için sabah uygulandı.